10 Temmuz 2020 Cuma

BİR DÖNÜŞÜM HİKAYESİ. YA DA "KELEBEK ETKİSİ"

Küçüktüm.

Ama büyümüş saymıştım kendimi...Üniversiteyi yeni bitirmiştim, daha önce staj yaptığım yer, okulum biter bitmez beni aralarında görmek istediklerine dair dönüş yapmıştı. Bir sevgilim vardı ve evlenmek için ekonomik özgürlüğümüzü kazanmayı bekliyorduk. Her şey hayat planıma uygun sıra ile ilerliyordu. Okulum biter bitmez gittiğim müstakbel işimde yöneticimle ilk görüşmemizde duymayı beklediğim sözleri duymuştum. Duymayı bekliyordum, çünkü genelde burada işler böyle ilerliyordu.

"Biliyorsun burada kadro hemen çıkmıyor Derya, bir süre stajyerimiz olmak durumunda kalabilirsin"

Ne kadar bir süre? 2, bilemedin 3 ay diye çıktı ağzından. Hım güzel sorun olmaz, dedim, planlarımın sarsılmayacağını düşünerek(Kul kurar, kader gülermiş)

3 ay oldu.
4 ay oldu.
5 ay oldu.

Bu arada beni odasına çağırıp yurt dışında anlaşmalı olduğumuz bir şirkete misafir çalışan olarak beni göndermeyi planladığını, benim için uygun olup olmadığını sordu. Hayat planımda çok güç yakalayabileceğimi düşündüğüm bu fırsat, pıt diye önüme düşmüştü! Bunun heyecanıyla geçirdiğim 5 ayın yükü uçuverdi omuzlarımdan...

6 ay oldu.
7 ay oldu.
8 ay oldu.

Benim kadrom bir türlü açılamadı ancak bir başkası bunca ay stajyerlik yapma zorunluluğuna tabi olmadan, üstelik işe dair en ufak bir fikri de olmadan, pat diye bir sabah yanımıza geldi. Kulaktan kulağa kadrolu olduğu yayıldı. Buna inanmak istemedim. Bana verilen sözün tutulacağına emindim, çünkü bilginin yanında dikkat isteyen bir işte tatmin edici bir performansla çalışıyordum. Ama sonunda, inanmamak için dirensem, iş arkadaşlarıma "yok değildir ya?!" desem de ; acı gerçekle yüzleştim.

Ağladım günlerce...

Bana yapılan haksızlığa anlam veremedim, iş arkadaşlarımın tepki vermemesine anlam veremedim(Yaşadıklarına başka birinin tepkisini önemsemeden önce, sen doğru tepkiyi vermelisin) Duyduğum acı kısa zamanda kine dönüştü. Gelen kişiye ters davranmaya, onu yok saymaya başladım. (hem duygu, hem de duygunun yönü yanlış...)

Bu arada yurt dışı ile ilgili hiç bir hareket de olmamıştı; yöneticime yapmam gereken herhangi bir prosedür olup olmadığını sordum; bana boş bakan gözlerinin ardındaki hafızasına 3 ay önceki teklifini hatırlattığımda seneler önce köy kahvesinde anlattığı "Ziya'nın kaplan yakalama hikayesi"ni hatırlar gibi hatırladı ve o projeyi durdurduğunu yeni bir yapılanmaya gittiğimizi söyledi (yeni gelen arkadaş ile birlikte bir de supervisior işe alınmıştı ve bunun büyük bir gider olduğunun altını çizdi, ayrıca bu yeni arkadaş supervisiorun da tanıdığıydı)

Odadan çıkışımı hatırlıyorum. Ama keşke hatırlamasam!

Duygularım tamamen karışmıştı. Sürekli yok sayıldığımı hissediyordu içimdeki daha da küçük Derya. Var olduğumu, gelen arkadaşa yaptıklarımla haykırıyordum. Yöneticim, iş arkadaşlarımı görevlendirip beni durultmak için konuşmalar yaptırtıyordu. Durumu sessizce kabullenmem için  yapılan bu yumuşak dilli baskılar beni bir yandan daha da sinirlendiriyorken, öte yandan görüldüğüme mutlu ediyordu. Rahatsızdım ve devamı olarak rahatsızlık veriyordum. Ne kurum bana yol veriyordu, ne ben yeni bir iş yolu çiziyordum. Oturdugum koltuktan kalkmaya niyetim yoktu. Bu iş benimdi, hak etmiştim, almalıydım!  (olmuyorsa vardır hayrı, demeyi; gitmeyi de bilmek lazım; zira oldugu kadar, olmadigi kader) 

İçimdeki karanlığı, bana haksızlık yapanlara bulaştırarak ışığa erdiriyor gibi hissediyordum.

9 ay oldu.
10 ay oldu.

Sonunda ya benimsin, ya toprağın dercesine tırnaklarımı gecirdigim iş, benim oldu. Kadrom geldi. Güç bendeydi( mi acaba?)

Gelen arkadaş ile hâlâ çok soğuk bir iletişimim vardı; benim dışımda diğer çalışanların bir kısmı da çok sıcak davranmaz olmuştu. Arkadaş da çok ağladı, ben görmedim ama kulaktan kulağa gazetesi çok aktif çalışıyordu. Ağladığını duydugumda hiç üzülmedim, hatta belki "oh olsun" demiş bile olabilirim. (Onun suçu neydi? Benden farkı neydi? İkimiz de iş arayan insanlardık. Bu adaletsizliği biz hazırlamadık. Ben ne kadar masumsam, o da o kadar masumdu.)

Arkadaş daha fazla dayanamadı ve kendi isteğiyle ayrıldı. Giderken vedalaşmaya yanıma geldi, helallik istedi. Vermedim. Mutluydum, bana çektirdiğinin ( kim cektirdi sana Derya?) karşılığını misliyle almıştı. Burnum havada, başım dik, gözlerim başka yerdeydi (Asıl acınacak olan bendim oysa ki...)

Çalıştığım yerde gördüğüm tonla yanlışlık vardı. Kuruma zarar veren hareketlerdi ancak yönetici de durumdan haberdardı ve göz yumuyordu. Bu yanlışlıklar dışında iletişim yanlışlıkları ve ego savaşları da artmıştı. Hiç huzurla çalışamadım. Her akşam eve dönüş yolunda ağladım. En son ben 6 aylık hamileyken bir iftira attılar, son göz yaşlarım da ona döküldü. Icimdeki suçsuz yavruya neden bunları yaşatıyorlardı, simsiyahti kalbim yine. Başroldeki kişi işinde bir yanlış yapmıştı ve sonrasında benim işimle çakışan bir durum oluşmuştu. Büyük bir yaygara koparıp kendi yanlışını kapatmanın peşindeydi ve başardı da... Herkes benim suçlu, hatta kötü niyetli olduğumu düşünüyordu.

Burada "gönderilen" her elemanın ardından, "nasıl gönderdik ama" sohbeti oluyordu. Bir gün benim de arkamdan aynısı yapılacak diye hüzünleniyordum. Bu son ağlamamdan  kısa süre sonra, bir gün ortası, aniden yöneticimiz yanımıza gelip bizleri toparlayıp hüzünlü sesiyle bölümün kapatıldığını söyledi. Ağlayanlar, yüzü renk değiştirenler, sesi titreyenler arasında bir tek benim içimde kelebekler uçuşuyordu.

Ben gönderilmemiştim, hepimiz gönderilmiştik (Eyy ego, ne biçim bi’şeysin?)

Aradan yıllar geçti. Orada yaşadıklarım rüyalarımı rahat bırakmıyordu. Rüyamda gördükçe, üzerinde düşünüyordum. Düşündükçe yine sinirleniyordum. Bir türlü etkisinden kurtulamıyordum. Çok yara almıştım. Kendime acımaktan vazgeçmem, zihnimdeki kötü anıları yolcu etmem çok zaman aldı.

Düşünmelerle mi oldu, kişisel gelişim yayınlarını takiple mi, yoksa yaş olgunluğuyla mı bilmiyorum; giden arkadaşa yaptıklarımdan ötürü vicdan rahatsızlığı yaşamaya başladım. Yanlış davrandığımı %100 kabul ediyordum artık. Rüyalarımda ondan özür dilediğimi görüyordum. Bir gün karşılaşalım ve özür dileyabilmem için uygun ortamda bulunabilelim, diye dua ediyordum. Aklıma sosyal medya geldi, facebooktan uzun bir özür metni yolladım, ancak dönüş olmadı. Arkadaş listesinde olmadığım için ayrı kutuya düşen mesajımı mı görmemişti, yoksa görüp cevap mı vermemişti? Böyle emin olamıyordum. Başka bir yolunu bulmalıydım.

Yağmurlu bir günde ıslanmadan yürüyebilmeye çalışırken bir anlık göz göze geldik, yanımdan hızla geçen kişi o muydu?! Büyük şehirde, eski kurumumuzdan, hatta oturduğu semtten cok farklı bir yerde denk gelmiş olabilir miydik? Saat mesai bitimi saatiydi, iş yeri buralarda mıydı acaba? Yakınlarda olan bizim sektörden bir kuruma diktim gözümü... Kısa bir araştırmayla buldum, evet burada çalışıyordu! Üstelik yaklaşık 2 yıl sonra aynı kuruma ben de transfer oldum! Artık tüm evren benim özrüme odaklanmış gibi hissediyordum. Sürekli "o an"ı bekledim. Olmadı.

Ben işe başlayalı 1.5 yıl olmuştu, hâlâ bir fırsat yakalayamamıştım. Bir gün tesadüfen 1 temmuzda işten ayrıldığını öğrendim; öğrendiğim gün tarih 4 temmuzu gösteriyordu. Sanki bana tüm fırsatları ucundan kaçırdığıma dair bir mesajdı bu durum... Üstelik başka şehre taşınmıştı! Son şansımı da kaybettiğimi, bu kambur ile sonsuza dek yaşayacağımı hissettim. Mahvolmuştum.

Bir hayrı vardır, isteğimi canlı tutarsam bir şekilde yine fırsatım olabilir diye kendimi avutmaya çalıştım. Birkaç saat sonra haberi yanında tesadufen aldığım melek arkadaşım (haberi yanında duyduğumda yaşadığım üzüntü ile durumu biraz anlatmıştım) onun telefonunu bulup bana iletti. Hâlâ bir şansın var eğer istersen, dedi.

İstemez miyim :)

Aramadım. Müsait değilse garip bir konuşma olup, söylemek istediklerimi söyleyemezsem diye korktum.Uzun bir metin yazıp mesaj yolladım, özür diledim. Tüm samimiyetimle.

Çift tık oldu, mavi tık olmadı...Mavi tık oldu, "yazıyor" olmadı... Yazıyor oldu ama mesaj bir türlü bana yollanmadı! Akşam olduğunda mesaj sesiyle yerimden hopladım. Ağlamak, gülmek, hoplamak, zıplamak istiyordum.Çok duygulu ve ince bir mesaj yazmış, özrümü olgunlukla kabul etmişti. Hakkını helâl etmiş, yine benden helâllik istemişti. Bu defa verdim.

Hem de dolu dolu helâl olsun kardeşim!
Beni değiştirdin, dönüştürdün, vesile oldun.
Şükürler olsun.

Hikayemin sonuna ilham verici motivasyon cümleleri yazmak isterdim ama elim varmadı. Ben bu dersi ortalama 13 yıl içinde alabildim.Üstelik benzer bir şey yaşasam yine aynı davranır mıyım’ın cevabını net bulamıyorum içimde. Kendimi çok çaylak sayarım, büyük konuşamam. Sadece hatayı daha kısa sürede fark edebilmeyi hem sizler, hem kendim icin dileyebilirim.

Hayat çok garip ve bir o kadar basit...

Sevgilerimle🌺







19 Mayıs 2020 Salı

Gidişim suskun olmuştu, bakalım dönüşüm nasıl olacak?


Gidişimin iş hayatının yoğunluğuyla sessiz sedasız oluşundan sonra; iş hayatının mecburen durgunlaştığı şu dönemde dönüşe evrilmesi çok da sürpriz değil, benim için.
Devamının olması sürpriz olacak...Olabilirse tabi.
Hayat normalleştiğinde...Normalleşirse tabi.

Evdekal'ıyoruz uzun zamandır.

Daha çok miskinlikle, daha çok tekdüze'nlikle, daha çok sessizlikle, daha çok canım ne isterse onu araştırıp öğrenmekle, daha çok yavaş ruh haliyle yaşıyoruz.

Tam benim idealim gibi yani :)

Çoğu insan için zulüm olan karantina günleri, bu yılın başına kadar aklımda zıplayan "şöyle 1 hafta hiçbir şey yapmayacağım desem, asla mümkün değil. Onu bırak,  kurutma makinasında duran çamaşırları zamanında katlamam bile mümkün değil" düşüncelerini çamaşır suyuyla %99'a kadar yok ederek, missss gibi "al guzum sana zaman"a dönüştürdü.

Mandıra Filozofu Fan Club yıldızlı üyesi olarak ben, çalışmayı seviyor olmama rağmen(karantinakeşiflerino.1) her sabah çalan alarmla şu soruya uyanıyordum "ne gerek var ya?!" 

Mesela sabah alarmla doğmayan güne uyanıp, koştur koştur ve tam teşekküllü hazırlanıp, patronuma daha çok nasıl para kazandırayım diye yollara düşüp, zamanla yarışarak günü tamamlayıp, bu süreçte ego savaşlarını "aman canım o da öyle bir insan" ile "başlicam bunun egosuna ha!" arasında gidiş gelişlerle sindirerek, akşam eve koşturma finaline geçip; evde  "yiyelim, toplayalım, yayılalım, ne izleyelim" serisini günün son dönemecinde uzun bir zamanmış gibi yaşayarak, insani uyuma gerekliliği sürelerini aşma zorunluluğunu yerine getirip, uyumaya koyuluyoruz. Bitti mi gün sana. Oh.

Bu kadar yaşamadan koşturmaya ne gerek var ?

En son ne okudun; en son kimin derdini dinledin; kime el uzattın; en son kiminle kahkaha attın; en son ne düşündün, ne düşündün yani, düşünmeye fırsatın oldu mu, kendini, dünyayı, ne yaptığımızı, ne olup bittiğini...diye sorunca ramazan davulu çalıyor mu kulaklarınızda sizin de? He yok, bahşiş almaya kapımıza gelen davulcuymuş o, pardon.

Sistemin, göremediğimiz, anlamaya çalıştığımız ama büyük oranda anlamadığımız, tutmak istesek tutup tutmadığımızı o bizi sarsmadan anlayamayacağımız bir virus tarafından alt üst edilmesi beklemediğimiz bir hareketti. Tarihi anlara şahitlik ediyoruz, sağlıklı olan kesim tabi, bir de tarihi bununla birlikte duranlar var çevremizde...Allah rahmet eylesin.

Bora 'nın korona önlemli karakterleri

Doğa insanoğlunu ayak altından kaldırarak temizlenmeye mecbur kaldı. Ben kendi adıma, yeşile, kuş sesine, insan saygısına(yere tükürmemek yeterli kriter sayılabilir) hasret kalmış bir insan olarak doğanın bu uygulamasını haklı buldum. Üzgünüm; sancılı, göz yaşı dolu,  endişe dolu, tarihten silinmeyecek günler yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Distopia filmlerini hiç sevmezken, bu süreçte yarı zamanlı çalışma hakkına sahip olduğum için sevinmem gerekirken, distopianın başrolünde hissettim kendimi, sabah yola düştüğümde... Tıbbi, astrofiziksel, düşünsel vs. pek çok açıklama getiriyor olsak da son tahlilde keyifsiz bir şey yaşıyoruz. Kendi küçük dünyama dönmeyi, ruhumu yavaşlatmayı, bedenimi ruhumun hızına tekrar uyumlamayı kendime kar sayıyorum.

Yin&Yang'de olduğu gibi, her kötülüğün içinde bir damla da olsa bir iyilik vardır.

Sağlık dolsun, mutluluk dolsun, birlik dolsun günlerimiz ❤

1 Mayıs 2015 Cuma

Akıllı telefonlarda dikkat edilmesi gereken özellik: SAR değeri


Akıllı telefon kullanmaya en geç terfi(!) eden insanlardan biriyim. Ne alacağım, nasıl olsun, hangi marka olsun, bütçesi ne olsun diye araştırırken tüm listemi alt-üst eden SAR değeri ile tanıştım. Herhangi bir cihaz alırken teknik özellikleri öylesine okuyup, "şurası şöyleymiş bu iyi demek mi?" diye Gökhan'dan teyidini alırım. Ancak tamamen yabancı olduğumuz bu konuyu Gökhan da bilmiyordu. O zaman tembel işini bırakmak zorunda kaldım, oturdum araştırdım. Biraz tırstım. Çok bilimsel açıklamalara girmeden genel çerçevesiyle buyrun sizi de tanıştırayım.

31 Aralık 2014 Çarşamba

Vu huuuu 2015!

2014'ün son günü, bugün.

Mutlu eden her şey için şükürler olsun.

Başaramadıklarımız için ikinci bir şansımız olsun.

Başarsak da mutlu olamayacağımız şeyler bizden uzak olsun.



Dünyamıza artık kötülük değil, iyilik hakim olsun.

İyilerin cesareti, kötülerden çok olsun.

İçimiz huzur, çevremiz neşeyle dolsun.

2015 hepimize kutlu olsun!

Sevgiler...




3 Aralık 2014 Çarşamba

HASTALIKLARA DOĞAL ÇÖZÜMLER 2- KARA TURP GÖBEĞİNE BAL SAKLAMAK

Öksürük, alerjik astım ve uyku problemlerine kocakarı ilacı geldii! Hiçbir şeyiniz yoksa, bağışıklık güçlendirmek amacıyla da kullanabilirsiniz. 2 yaşın üstündeki herkes için uygundur.

Kara turbumuzu bir güzel yıkadıktan sonra sap kısmını fazla derine girmeden olmak üzere(Ahmet Maranki'nin anlatımına göre biz fazla bile kesmişiz) iki ucunu kesiyoruz.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

HASTALIKLARA DOĞAL ÇÖZÜMLER 1 - ÖKSÜRÜK İÇİN İÇECEK

Soğuk algınlığı ya da gribal enfeksiyon nedeniyle boğazınız ağrıyorsa ya da öksürüyorsanız, bu tarifi deneyin, bir daha ıhlamur'muş, nane-limon'muş yüzüne bakmazsınız...demiyorum tabi :) Hepsinin yeri ayrı.
1 bardak içecek için cezveye konulacaklar:
1/2 bardak süt
1/2 bardak su
1 dolu çay kaşığı tane karabiber
1 dolu çay kaşığı zencefil
1 dolu çay kaşığı zerdeçal

13 Şubat 2014 Perşembe

Çocuklara oyuncak alırken cinsiyet ayrımı yapılmalı mı?

Bebeğiniz erkekse mavi kıyafetler, kızsa pembe kıyafetler alınır. Bazısı "ayh, sevmiyorum ben öyle pembeyi, maviyi..." der ama kızsa sarı, turuncu, kırmızı; erkekse yeşil, gri, lacivert alır. Yine aynı hesap yürür yani.

Diş kaşıyıcının bile femineni, maskuleni aranır.

Oyuncak hediye alınacaksa erkeğe mutlaka araba, kıza mutlaka bebek alınır. (Bizim jenerasyon biraz geliştirdi kendini Allah'tan).

Çocuk büyüyüp, başka oyunlar dahil edince günlerine, etrafı alır bir endişe... Haa önemli ayrıntıyı atlamayayım, sorun sadece şu durumda olur: çocuk erkekse! Aman bebeklerle oynamasın, çay pişirmesin, yemek yapmasın... Kızsa kamyonla oynayabilir, futbolla ilgilenebilir, (bizim her cinsiyet için tasvip sınırlarımız dışında da olsa toplumsal açıdan bakıldığında) tabancayla oynayabilir; sorun değil bro! Hatta espiri yapar güleriz, erkek gibi kız olacak vallahi korkulur, kehkehkeh pöhpöhpöh nihohaha falan.

11 Şubat 2014 Salı

İlk sinema deneyimimiz: film arasında salonu terk ettik / Sebep : Korkunç Film / Filmin adı : Karlar Ülkesi

En eğlenceli karakter "Olaf"
Herşey Bora'yı cicisi ile büyükbabasına bırakıp Gökhan'ın arkadaşının düğününe gideceğimiz gece başladı.

Bizi giyinip süslenmiş gören Bora "ben niye bu eğlenceyi kaçırıyorum" moduna girip bizimle gelmekte ısrarcı davrandı. Daha önce evden ayrılmamız hiç sorun olmamıştı, biraz şaşırdık. İkna çalışmalarımız sırasında birlikte başka bir şey yapabileceğimizi söyleyince "Karlar Ülkesine gitmek istiyorum" dedi. Ben karanlık korkusu yüzünden sorun olur mu diye sinemayı evde ona hayal ettirmeye, cazip göstermeye çalışadurayım, çocuk bunu çoktaaan içine sindirmiş, bir de üzerine film ismi veriyor!

- Nazım Deniz (okuldan arkadaşı) gitmiş, ben gitmedim. Gittin mi, diye soruyor bana. Gitmedim, diyorum; haaaalaaa soruyor, ya gitmedim işte diyorum, haaaalaaaa soruyor bana!

Arkadaşı izleyip beğendiğine göre uygun bir filmdir diye düşündüm.

Yanlış düşünmüşüm demek ki...