29 Kasım 2013 Cuma

İnsan cennete doğar...

İnsan cennete doğar.


Mutluluğun göbeğine!

Etrafındaki herkes onu koşulsuz sevecek, o ise istediğine tükürecek, istediğinin yüzünü incecik tırnaklarıyla çizecektir. Yine sevilecektir.

O gelmeden önce uyuyacağı, oynayacağı, doyacağı yerler, banyodan sonra pamuk tenine sürülecek kremler bile hazırlanır. Hayali kurulur, heyecanlanılır.

Herkes onun gelmesini bekliyordur.

Geldiğinde; duyanlarda bir garip gülümseme... Daha demincek vıyakladığı hastanelere koşar herkes, gün geçmesin, hemen görelim, diye.

Gülen yüzler, yaşaran gözler, sevgi sözcükleri, tu-tu-tu maşallah'lar, nazar değmez inşallah'lar...

İnsan cennete doğar dedim, tabi ya, bundan iyi cennet mi olur?

Sonra büyür insan, anılarla. Kalp atış ritmiyle bir yukarı, bir aşağı dalgalanan hayatında bir sürü anı biriktirir. Yazar bazen onları, unutmamak için. Bazen 3-5 kafadar toplanır içer, voltajı düşük ışıklar altında, çabuk unutmak için. Herkes özünde iyi insandır, melek doğar ya cennetine; sonra kimisi değişir, değiştirdiğini söyler hayatın...

Sonra kendi cehenneminde ölür insan...Yapamadıkları, zaman ayıramadıkları, sevdiğini söyleyemedikleri, kendini yaşayamadığı günlerin, dünyaya yararlı bir şey bırakamamanın sancılarıyla tek başına ölür. Zaman nasıl da hızla geçmiştir! Bundan kötü cehennem mi olur?

İnsan ölmeden önce bir kez cenneti, bir kez cehennemi yaşar zaten. Sonrasının hesabı, sonra görülecektir.

Bu yazıyı ölüm döşeğinde olan insanların son haftalarında yanında bulunan bir hemşirenin, insanların ölürken söylediklerini anlattığı kitabın bazı bölümlerini okuduktan sonra yazdım. Sert ve acı bir son ama onun anlattıklarına göre pişmanlıklarla dolu oluyormuş her son...O yüzden sağlıklı günlerimizin değerini bilelim, önceliklerimizi düşünerek seçelim.

Çok hızlı geçiyor zaman...